18 Ocak 2016 Pazartesi

SAVAŞMAK

             



                Tatilim başladığından beri televizyon karşısında elimde çayım kucağımda battaniyem ile pinekliyorum. Saçma sapan bir sürü evlendirme programı var ve hepsini de izliyorum. Çok meşhur dillerine sakız bir soru var mesela "Aşkın için savaşır mısın?". Cevabını düşünüyorum sonra. Kendimce bu soruya bir yanıt bulmaya çalışıyorum lakin bir cevap elde edemiyorum.
               Yakın zaman da büyük acılarla sonlandırmak mecburiyetinde bırakıldığım bir ilişkim var mesela. İçimin yandığını hissettim, ciğerimin parçalandığını... Tek bir cümleyle varım yoğum hayallerim geleceğim şimdim kaydı gitti ellerimden. Ne yapacaktım? Ne yapabilirdim? Nasıl savaşacaktım ve en önemlisi kiminle savaşacaktım? Herşeyim'in tükenen sevgisiyle mi savaşacaktım yani ? Yok hayır öyle olmazdı. yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bitmişti, gidiyordu... Ki bilmiyorum savaşmak bu mu oluyor - cevabını biliyorsanız söyleyin - defalarca aradım, mesaj attım. Hep bir çaresinin bulunabileceğini söyledim. Herşeyim beni anlamadı hatta dinlemedi. Edindiği iki klasik cümle vardı: " İkimizde daha çok üzülecektik, seni insan olarak seviyorum. ". Onun tarafından insan olarak sevilmek kadar acı verici bir şey olamazdı herhalde. Aylarca hayaller kurduğum hayatımı üzerine planladığım adam beni bunlarla bıraktı. Aşıktım. Çok aşık. E ama ben kiminle savaşacaktım aşkım için. Yüzsüzlük olmayacak mıydı yaptığım? Bugün tam dört ay oldu. Canımın acısı zamanla geçti, ama yine de tamamen sayılmaz. Hala aklıma gelmediği tek bir günüm bile yok. Biraz hissizleştim tabi artık. Canım acımıyor ama... Aması çok anlatılmaz. Hala çok sık gittiğimiz mekanlara uğramıyorum. Önünden mecbur kalmadıkça geçmiyorum. Çünkü her defasında yeniden yeniden yaşıyorum her şeyi ve içimde ki kor yeniden alevleniyor. Özlem kavuruyor. Beni en zor zamanımda tek bir mesajla terk eden bu adama nefret dolu olmam gerekmez miydi ? Neden bende böyle ters tepti? Hala ayrıldığımıza inanamıyor olma ihtimalim var mı peki? Çünkü ondan bana umut verecek hiçbir şey olmamasına rağmen sanki telefonuma ondan sevgilim yazan bir mesaj gelecekmiş gibi hissediyorum. Tamam tamam gelmeyecek biliyorum. Ona çok kızgınım kendisiyle beraber neyim varsa alıp götürdüğü için kendisini benden esirgediği için. Ama çoğu zaman da bir şükür içerisindeyim. Hayatta olduğu için, sağlıklı olduğu için. Şimdi geçecek biliyorum belki dört ayda değil dört yılda soğuyacak içim ama soğuyacak, anılar kalacak geriye. Takıldığımız bir kaç mekan, hep unuttuğumuz için hepi topu var olan dört fotoğraf, onun sevdikleri ve sevmedikleri, bir kaç telefon konuşması kaydı, bir yığın hayal... Bunların hepsine buruk bir gülümseme bırakacağım zamanı gelince. Ama zamanını bende bilmiyorum sormayın.
                 Canımın içi hala...Hala adamım benim. Sanırım senin için savaşamadım ya da bunu hak etmedim mi bilmiyorum. Hep içimde olacaksın. Allah'a emanet ol.


                                                                                                                              Özlemle...

3 Temmuz 2015 Cuma

KARANFİL






                       

                         

                      Yine nereden başlayacağımı bilmeden başladım yazmaya. Zaten amacım içimi dökmek değil miydi? Uzun bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra nihayet evime döndüm. İnsanın kendi evi ve kendi odası her yerden çok daha sıcak çok daha kucaklayan. İstanbul dedikleri kadar bir şehir gerçekten. Dedikleri kadar büyük, kalabalık, ihtişamlı... Biraz da soğuk. Her semti herkesi kabul etmiyor. On dakika mesafesi olan semtler arasında bile koca iki dünya var. Bazı yerleri itici bazı yerleri büyüleyici... Bence insan tüm ömrünü bu gizemli şehri kendi içinde fethetmek için uğraşabilir. Çılgınca bir İstanbul turu mesela ama sonu olmayan bir tur, çünkü keşfetmesi epey uzun zaman alır. Her sokağına girmek lazım bu şehrin; çıkan çıkmayan,boş ya da kalabalık,sade ya da görkemli...Tüm sokaklarında ayrı bir tat. Tabii Ankarayı yabana atmam asla ama ona daha sonra geleceğim. Tanıdığım insanların da orayı sevmem de epeyce katkısı oldu bunu asla yabana atamam. Hepsi kardeşim oldu orada neşeme hüznüme ortak oldu. Her zaman söylerim Allah iyilerle karşılaştırsın. Çok şükür ki hep benim gibi arkadaşlar çıkardı karşıma şimdiye kadar. Hem İstanbul'u hem de orada ki mükemmel insanları çok özleyeceğim. Tıpkı oradayken Ankara'nın ve burada ki herkesin burnum da tüttüğü gibi. İnsan her gittiği yere alışıyor, her gittiği yeri benimsiyor zamanla. Buna en basit örneği Beste'yle gittiğimiz her tatilden neredeyse ağlamaklı dönmemizi örnek verebilirim sanırım. Şimdi tüm bunları atlattım ama önümde vermem gereken çok önemli bir karar var. Meslek seçimi... İstediğim yer tutmadığı için tutan yerlerden birini istemek zorundayım. Hangi mesleğin bana uygun olduğunu görmeden bilmem imkansız lakin ülke sistemimiz buna izin vermiyor maalesef.  İşte tam da bu yüzden şuan karman çorman bir durumdayım. Yine de en doğrusu "her şeyin hayırlısı" demek sanırım. Belki de tatliş bir öğretmen olurum :) Birbirinden güzel öğrencilerim olur. Ki eğer bir öğretmen olacaksam bu konuda da her konuda olduğu gibi Hilal hocama benzemek isterim. Onun gibi bir öğretmen olabilmek için öğretmen olmayı seçebilirim hatta :)

20 Ağustos 2014 Çarşamba

İç Dökmece

     Son yazımdan bu tarafa epeyce zaman geçti ve sonra nedense yazacak bir şey bulamadım. Aslında yazmaya değecek şeyler yaşamadım ya da yazdıklarım canınızı sıksın istemedim (küçükte olsa okuyanlar var sonuçta :) ). Çok zor bir dönemden geçtik ailecek bu süreçte ve büyük bir sınav atlattık Allah'a tevekkül ettik ve çok şükür sıhhate kavuştuk. Birazcık hastane yolları aşındırdık. Dayım sürekli yaşlanmaktan korktuğunu söylerdi her defasında bunu komik bulurdum. Ama anladım. Şimdi bende çok korkuyorum. Bu yüzden yapabileceğim ne varsa yapasım var. Tabii ki bunlara bir sene daha gem vurmam gerekecek çünkü yeniden üniversite sınavına hazırlanmaya karar verdim ve geçen yıldan çok daha yoğun tempoda çalışmazsam sonuç pekte farklı gelmeyecek malum. Okul bitti hastane işleri vs derken iyice ev kızı olduk çıktık tabi hatta o kadar ev kızı oldum ki geçenlerde fırın eldiveni aldım marketten. Tek başıma olunca biraz sorumluluklar arttı tabi. Daha önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim buna benzer bir durumdan. Büyümenin ve sorumluluk almanın bana korku verdiğinden... Ama bu süreçte bunu da aştım gibi ve sanki o kadar korkunç değil gibi. Yani belki, biraz hatta azıcık değil gibi. Mesela oy kullandım. İlk oyum. Okul başkanı seçimlerimiz olurdu orada da hiçbir zaman oy verdiğim kişi almamıştı. Bu duygu çok yabancı olmadı o yüzden ama oy kullanmanın heyecanı tartışılmazdı. Anneanneme destek olmaya çalıştığım için akrabalarımız tarafından "küçük hemşire" diye çağrılır oldum. Mesela şuan bu yazıyı niye yazıyorum bilmiyorum sadece uzun zaman oldu diye aldım elime ve iç dökmece oldu yine sanırım. Anneannem hastalanmadan önce de işe girmiştim. Bir haftalık bir iş deneyimim var artık. Garsonluk yapıyordum. Annem her zaman çalışma hayatının çok başka olduğunu söylerdi ve sadece bir haftada ne kadar haklı olduğunu anladım. İş arkadaşlarımın hepsiyle yaşıt olmama rağmen okul ortamının yanından bile geçmediğini fark ettim. Ve allahtan yalnızca bir hafta çalıştım. Aslında özlüyorum iş yerimi ve ortamını alışmıştım çünkü ve çok güzel zaman geçiyordu. Bir gün iş yerindeyken bulutlar yere inmişti resmen nasıl yağmur yağıyordu ve o gün geceydi çıkış saatim. O gün annemi ne kadar çok özlemiştim nasıl sarılıp ağlayasım gelmişti işte o gün de büyüdüm dediğim günlerden birisiydi. Resmen dank etmişti hatta, annemin yanımda olamayışı çok ağırıma gitmişti. Zaten işte sonra işi bıraktım evdeydim, evdeyim... Bütün bir yazım evde geçti. Ve en kötüsü bu yıl kankalanma yazıydı. Kanka kız Büşra ! Daha düne kadar bu durum zoruma gitsede Hakan ile konuşunca hepsi bitti gitti. Dertleşmek için en doğru adreslerden en candan dostlardandır kendileri. Onunla konuşunca günah çıkarmış gibi içimden bir şeyler kalkıp gitti ve hafifledim sanki. Garip bir benzetmede olsa doğurmak gibiydi ve içimde biriktirip kendime dert ettiğim çok büyük sandığım o şey beni bırakıp gitti. Doğru kelime nedir bilemiyorum ama şimdi yeni bir döneme hazırlanıyorum. Başka bir şehirde başka insanlar olacak hayatımda. şimdilik kısa bir süreliğine tabi ama sonumuz ne olur kim bilir. Ondan önce bir kaç gün sonra gideceğimiz tatilin heyecanı var tabii ki. İkisini de sabırsızlıkla bekliyorum. Ve dünkü sıkıntı yerine kocaman heyecanlar kaplıyor içimi. Büyük bir heves. Yine yeniden diyelim: Hakkımızda hayırlısı olsun.  :)

1 Mayıs 2014 Perşembe

Teşekkürler 12/A TM


-bu şarkı olmazsa olmazdı-


Aslında öyle olmasa da bizim için yarın okulun son günü ve sanırım bundan sonra yalnızca karne almak için uğrayacağız. İşte tamda bu yüzden bu yazıyı yazmak istedim. Okulun her köşesinde milyonlarca anım var birazı tatlı, komik birazı hüzünlü, soğuk ama beni ben yapan çok şey var o okulda. 9. sınıfa başladığım ilk günü hatırlıyorum Buse'nin elinden tutup beni bırakma dediğimi duyuyorum hala. Sınıfımda ki hiç kimseyle konuşamadım ilk bir hafta en arka köşede saçı topuz, gri hırka giyen ve her zaman derse hazır ve nazır beklerdim kitaplarım önümde ellerim masamda dik bir oturuşum vardı çünkü yalnızdım. Sonra MEB tek günlük yeni bir tercih ayarlamıştı -ben bunu tercih süresinin bitmesine beş dakika kala öğrenmiştim- ve onun sayesinde sınıfa gelen Şeyma ve Zeynep'le can ciğer olmuştuk. Daha sonra birden bire sınıfça bir bütün olduk artık kocamandık. 9-B ye çok şey borçluyum. Biz birbirimize doyamamışken sene bitti ve TM grubu MF grubu oluverdik. Birbirimize yeni sınıfımızla asla 9'daki gibi olmayacağımıza ve her teneffüs buluşacağımıza dair söz vermiş olmamıza rağmen her teneffüste birileri eksildi ve sonra hiç kimse buluşmak için beklemez oldu. Dağılmıştık! Herkes yeni arkadaşlar edinmişti, bende...Nedense 10. sınıfa alışmam 9'dan daha da zor olmuştu ama neyse ki Yasin ve Elif benimleydi, aynı sınıfa düşmüş olmamız beni rahatlatıyordu. Yine de hiçbir şey eskisi gibi değildi tabi ki. 11. sınıf kendimizi bulduğumuzu ve artık büyüdük dediğimiz yıldı artık tamamen kaynaşmış ve aile olmuş bir sınıftık her günümüz kaynatmayla geçerdi ve okulun abartmıyorum bela sınıfıydık. Bütün hocalar bizi bırakmak için can atar olmuştu. Bir önceki devremiz olan 12-A şubemizden de kaynaklı olarak  bizi veliahtları olarak görüyordu bizde hakkını veriyorduk. Ve canıma can katan lise hayatının neden bu kadar özlendiğini, arandığını ve eşi benzeri olmayan bir dönem olduğunu anlamamı sağlayan 12. sınıf. Aramızdan bir sürü kişi gitti kan kaybettik resmen ama belki de son senenin vermiş olduğu, birbirimize ve hatta kendimize söyleyemediğimiz bir hüzünle daha sıkı sarıldık birbirimize hem zaten bir avuç insancıktık artık. O okulda o sınıfta öyle çok insan sevdim ki...Bana kardeş oldukları, canıma can kattıkları ve şuan sayamadığım ama onların bildiği pek çok sebep için Serenay, Beste, Buse ve Yasin'e... Aslında müzik dinliyorum diye kuru gürültüden başka bir şey dinlemediğimi ve sadece müzikte değil insanlık hakkında bana pek çok şey öğrettiği için Hakan'a, aslında dengesiz bir ruh haline sahip olmasına rağmen hepimize abilik yapan Metin'e, komik insanım ve aynı zamanda harika bir dert ortağı olan Çağatay'a, parasızlıktan ölmek üzereyken ilk koştuğum insan olan şirin çocuk Emre'ye, über saçmalıklar yapan ama gülmekten karnımı ağrıtan Burak'a, dili son sene çözülen canım arkadaşım Arap'a, sürekli laf sokmasına ve azarlamasına rağmen beni çok sevdiğini bildiğim Elifnaz'a, Ucuz olan Avon'un makyaj malzemeleri sayesinde kendimi güzel hissetmemi sağlayan Zehra'ya, 4 yıl boyunca bana yaverlik eden her halime katlanan sarışınım canımın ta içi Kübra'ma, ve Kübra ile aynı şeylere katlanmak zorunda olan kokoş arkadaşım Merve'ye, sayesinde pek çok yazılıya çalıştığım büsürü abur cubur yediğim çok sevdiğim Mine'ye, aslında pek çok şekilde tanımlayabilmeme rağmen şuan sadece çılgın diyebileceğim canımın içi Berfu'ma, sevimli surat sıcak insan Ecem'e, Sürekli ağlayarak ve okuldan gitmek isteyerek çıldıran sağa sola saldıran Nilay'a, kalbi yusyumuşacık olsan bir tanecik arkadaşım  Elif'e, güzelliğiyle beni kıskandıran Selin'e, küçücük Ayşegül'e, sıra arkadaşım Mücahit'e, bizde onu anmak için bir sürü komik hatıra bırakan Esad'a, ortalıkta kırılmadık eşya kalmayacak sloganıyla hareket eden tatar arkadaşımız Özkan'a, sessiz ve asi kişiliği için Çağın'a, kalbinde herkese yer olan güzel saçlı insan Sema'ya ve son olarak cool arkadaşımız Fatih'e... 3 yıl boyunca sınıf öğretmenliğimizi yapan, bir gün azarlayıp bir gün seven güzel insan Şenay Yalçın'a: Hepinize en kocamanından sevgiler, güzel dilekler; bana yaşattığınız ve öğrettiğiniz her şey için milyonlarca teşekkürler.Çocuksu tavırlarıyla öğretmenim değil kız kardeşim gibi hissettiren Tuba Uluhan'a bütün çikolataları, oyuncak bebekleri, ve en son da lise hayatımın en güzel yerinde yer alan, ve sadece yüzeysel değil derinlerde bir yerlerde pek çok şey paylaştığım,ailesi ailem olan, kardeşcan Hilal Karan'a da ne kadar iyilik güzellik çikolata pasta ne varsa gönderiyorum :)
Teşekkürler 12/A TM
Teşekkürler MHG
İyi ki varsınız...

19 Mart 2014 Çarşamba

YAZ GELSE

             


Hepimizin ruh hali birazda doğa koşullarına bağlı...Herkes her havada mutlu olamıyor. Bunun sebebi yapılarımız. Yani sessizlik,sakinlik ve yalnızlıktan hoşlanan insanlar sonbahar-kış aylarını daha çok sever mesela ya da kalabalıkları, sokakları, insanları, renkleri seviyorsanız sizin mevsiminiz ilkbahar-yazdır. Ben yaz mevsimi aşıklarındanım. Çünkü güneş bana huzur verir; masmavi gökyüzü... Baharın gelmesiyle içime dolan yaşam sevinci yazın doruk noktasına ulaşır ve her şeye dair olan umutlarım bin belki de beş bin kat daha artar. Bu sabah dedemle bankamatiğe giderken bana baharı müjdeleyen şeylere rastladım: Bembeyaz kayısı çiçekleri
 -ilk duyduğumda olağanüstü bulduğumdan paylaşmak isterim kayısı ağacı önce çiçek sonra yaprak açarmış-
ve çatılardan birbirine laf yetiştirircesine hepsi farklı tondan ötüşen serçeler, bulutsuz havada bana göz kırpan güneş, torunlarını alıp parka götüren teyzeler,amcalar... Bunlara şahit olmak fazlasıyla mutlu etti beni ve kendime gelmemi sağladı sanırım.Çünkü uzun zamandır gökyüzüne bakmadığımı fark ettim ve birden baktığımda bahar havası vardı. Sürpriiiiz! Ve Allah varlığını , büyüklüğünü kim bilir kaçıncı kez serdi gözler önüne. Sanırım yaza dair en çok özlediğim şey balkonum. Bütün gün balkonda oturup sürekli bir şeyler içmeyi, sokakta seksek oynayan çocuklara laf atmayı ve annem için yemekler yapıp onun gelişini heyecanla beklediğim günlerden bahsediyorum size. Yani yazın çok matah bir şey yaptığımdan değil ama benim mutlu olduğum şey tamda bu. Bu yazdan da çok farklı şeyler beklemiyorum ama gelsin bir an önce. Televizyonda dondurma ve soğuk içecek reklamları dönmeye başlasın,diziler yavaş yavaş sezonu kapasın ve yerini gece gündüz aynı haberi yayınlayan magazin programları ve FOX'un vazgeçilmezi olan bütün bölümlerini ve repliklerini artık herkesin ezberlediği Doktorlar dizisi yayınlansın mesela. Serinlemek için çareler arayalım elimizde vantilatör ile dolaşalım fok balığı gibi suyun altından çıkmayalım sıcakta yüzümüz gözümüz yapışıyor diye makyaj yapmaktan vazgeçelim neon ojeler sürelim...Konserlere gidelim, Hilal Hoca'ya misafir olup bahçesinin tadını çıkaralım. Arabada camdan sarkıp saçlarımızın dolaşmasına izin verelim...Yani demem o ki bu yazım evrene bir mesaj olsun ve artık yaz gelsin. Buna çok ihtiyacımız var.

21 Şubat 2014 Cuma

Umut Ağacı


İnsanlar değişik insanlar zor...Onlarla yaşamak onları anlamak,alışmak,sevmek...Acaba insanlar birlikte yaşamaya nasıl karar verdi, nasıl akıllarına geldi bu mesele? Mesele dedim çünkü bu çok yorucu bir durum. Yani bunun pek çok yorumu var tabi ki işte beslenme avlanma barınma vb. konularda birilerine ihtiyaç duyulmuş pekala ama bu kadar basit mi? Altında farklı sebeplerin olduğuna inanıyorum açıkçası. Dediğim gibi insanlarla her şey çok zor onları kabullenmek,alışmak,öğrenmek ama insanlar hayatınızda olmadan da olmuyor. Onlar sayesinde öğreniriz çünkü biz her şeyi yaşadığımız bütün duyguları,hisleri. Sevmeyi-sevilmeyi, şefkati, öfkeyi, acımayı, endişeyi...Beraber yaşayarak anladığımız belki de çok sonra farkına vardığımız duyguları bize insanlar öğretir. Şuan nefret ettiğimiz pek çok kişi olabilir mesela karşılaşsak ya da yapabilecek gücü kudreti bulsak aynı zamanda vicdanımız el verse ona yapabileceğimiz işkenceyi kimsenin hayal edemeyeceğini sanırız. Ama neden? O da bize pek çok şey öğretmedi mi? Ona bir şeyler borçlu değil miyiz yani? Hayatımıza giren uzun süre bizimle kalan bazende şöyle bir uğrayıp çıkan insanlar... Ya da hiç yanımızda olmayan simasını bile bilmediğimiz ama varlığından haberdar olduğumuz insanlar...Herkes, hepsi. Bizim hislerimizin bir şekilde dalgalanmasına sebep olurlar. Onlara kızabilir aksine çok ama çok sevebiliriz. Bizi kırabilirler ama onlara da teşekkürler. Yaratan bize "Her şeyin hayırlısını isteyin." demiş.Bizim çok istediğimiz hatta hayırlısı sandığımız şey bizim için hayırlı olmayabilir ya da tam tersine hiç istemememize rağmen gerçekleşen olaylar hayrımıza olabilir. Yani bizi çok yıprattığını ve üzdüğünü düşündüğümüz insanlarda belki fark etmeden bize iyilik yapmış olabilirler bu yüzden onlara da teşekkürler işte. Bizde tedavisi zor yaralar bırakan herkese teşekkürler. Bize şükretmeyi öğreten herkese teşekkürler. Duamıza dua katan herkese teşekkürler. Bizi merak eden herkese teşekkürler. Bizi biz yapan sizlersiniz çünkü. 
"Her şeyden biraz kalır" diyor birileri
Çoğunlukla haklıdırlar.
Kavanozda biraz kahve,
Kutuda biraz ekmek,
İnsanda biraz acı...
Diyor Turgut UYAR. Her şeyden herkesten biraz kalır üzerimizde ve bir kum misali biriktire biriktire dağ  oluruz. Belki sonra bir rüzgar gelir hayatımıza üzerimizde ki tozun külün yarısını alır götürür ve yepyeni bir biz oluruz. Hayat her an sürprizlerle dolu. Ve umut ağacımız hep yemyeşil kalmalı. Öyle bir ağaç olmalı ki bu her çeşit meyve olmalı dallarında yılın hiçbir mevsimi yaprak dökmemeli tek bir meyvesi bile çürüyüp yere düşmemeli. Her gün ağacın varlığından ve sağlığından dolayı bin bir şükür etmeliyiz bizde Allah'a... Bu şarkı da bizim şarkımız sınıfımızın biraz, biraz da sadece Hakan,Serenay,Hilal hoca,Beste ve benim ama bizim. Umut dolu ve gencecik şarkımız... Hepimizin olsun, hepimizin umudu olsun...


8 Şubat 2014 Cumartesi

Büyüdük mü?

     



              Uzun zamandır yazmaya niyetliyim ama bir türlü fırsat bulamadım şimdi de hazır boşum yazayım dedim.Geçen akşam ilkokuldan bir arkadaşımla yazışıyoruz artık hiçbir şey yapmak istemiyorum ve benzeri cümleler kurdu hevesim kalmadı dedi.Şaşırdım.Aslında şaşırmam da birazcık garipti çünkü bazen hatta belki çoğu zaman aynı hisse kapılıyorum.Eskiden her şeye çok hevesliydim, can atardım ama zaman geçtikçe bitse de gitsek moduna girdim. Karne günleri, bayramlar, akraba ziyaretleri...Beni epeyce heyecanlandıran programlardı.Gittiğimiz yerde de arkadaşım varsa değmeyin keyfime.Mesela bayramlar, bayramlık alınana kadar evde terör estirir bir de evdekilerin bayramın yaklaşmasına bu kadar tepkisiz kalmasını şeker almayı bile son güne bırakmasını asla anlayamazdım.Karne günleri özellikle süslenir ve eve karnemi alır almaz koşarak gelirdim iyi karnemle ve kendimle gurur duyardım hatta karnemin başına bir şey gelmesin diye şeffaf dosyayı asla unutmazdım.Ama bu yıl neredeyse karne almak için okula bile gitmeyecektim. Bayramlar zaten misafir demek, hizmet demek, bulaşık demek...Misafire her zaman bayılırım ama onlarla oturup keyif yapamıyorsam hiçbir şey anlamam ki.Şimdi böyle anlatınca evi çekip çeviren benmişim gibi oldu biraz ama öyle değil yani büyüyünce misafir senin de misafirin oluyor evin küçüğü ilgileniyor diğerleri sohbete çekiliyor.Diyeceğim şu ki: Büyümek biraz nasıl desem sorumlulukları olan bir şey ve sanırım insanlar sorumluluklarından sıkılıp bıktıkları için bu kadar isteksizler bu yüzden hevesleri kırık. Bunu fark etmek ve aynı yollardan geçmek biraz korkunç. İnsanların "içimdeki çocuk ölmedi" cümlesini yeni yeni anlar oldum. Evet gerçekten insanın içindeki çocuk ölmemeli asla hemde.Çünkü her şeyden sıkılmak çok sıkıcı belki bazen  de kırıcı. Bazen farklı bir şeyler yapmak istiyorum mesela ama annem o kadar bunalmış ve yorulmuş ki benimde hevesim kırılıyor sonra ve o televizyona ben telefona dalıyorum. Sadece bir olayı defalarca yaşamış olmak mı kişiyi hevessiz kılan yoksa sorumlulukları mı ona da karar veremedim.Bayram mesela 74 yaşındaki dedem 75. bayramını yaşayacak ama hepsi de aynı mı yani bu bayramların? Kesinlikle değil. İşte o yüzden bir şeyi her defasında ilk kez yaşıyormuşçasına davranmak en iyisi. Çünkü hepsi farklı yaşadığın kişi, giydiğin kıyafet, bulunduğun ortam, sürdüğün oje, sıktığın parfüm...Her anı ilk kez yaşıyormuş gibi yaşamalı her defasında hem ilk hemde sonmuş gibi tadını çıkarmalı.